Kıtalar yıllaaar yıllar önce olduğu gibi Pangea adındaki tek bir kıta halinde kalsaydı böyle bir derdimiz olmazdı, biz de böyle bir içerik yazmak zorunda kalmazdık.
Madem ayrıldılar, biz de deniz ve hava yolculuğuna alternatif olarak kıtalar arası yolculuklar için böyle bir senaryonun ne kadar mümkün olup olmadığını sorgulayalım.
Meles Çayı üzerinde yer alan Kervan Köprüsü, 2900 yıldır kullanılıyor. O günden bu güne köprülerin sayısı arttı; teknoloji geliştikçe dağlar, nehirler, vadiler, denizler köprüler sayesinde aşıldı.
Bu da insanlar arasındaki etkileşimi artırarak ticaretin daha kolay gerçekleşmesini sağladı ve insanlığın yararına oldu. Peki kıtaları köprülerle bağlama fikri ne kadar mümkün?
Evet, İstanbul’da ve Çanakkale’de bunun örnekleri var ancak tahmin edeceğiniz üzere okyanusları aşmaktan bahsediyoruz. Bakalım bu ultra, mega, çılgın proje ne kadar mümkünmüş?
Önce bu köprüyü nereye yapacağımızı kararlaştıralım: New York’tan Londra’ya mı, Sidney’den Singapur’a mı, San Francisco’dan Yokohama’ya mı ya da Bering Boğazı üzerinden Rusya ile Alaska arasına mı?
Yani sırasıyla Atlas Okyanusu üzerinden Kuzey Amerika ile Avrupa’yı, Hint Okyanusu üzerinden Avustralya ile Asya’yı, Büyük Okyanus üzerinden Kuzey Amerika ile Asya’yı veya Büyük Okyanus’un kuzeyindeki dar kısımdan Kuzey Amerika ile Asya’yı bağlama planlarımız seçenekler arasında.
Bu kadar uzun köprüleri verimli kullanabilmek için demir yolu da inşa etmek gerekir. Yolun yanında ya da altında olabilir.
Görselde bilmiyorum dikkatinizi çekti mi ancak iki şehir arasındaki bir uçak yolculuğu bile 11 saat sürüyor ve en düşük fiyat 50 bin TL! Bu bile işimizin ne kadar zor olduğunu gösteriyor.
Binlerce aracı taşıyacak köprümüzün çok sayıda desteğe ihtiyacı var. Devasa ayaklarının, ortalama derinliği 5.000 metre olan okyanusun dibine kadar inmesi gerekir.
Golden Gate için bile 1 milyon ton beton kullanılmış, bir de hayali köprümüz için gereken betonun ağırlığını varın siz düşünün.
Dünya’nın çevresi bile 40.075 km. Yani bu kablolar, gezegenimizin etrafını 3 kez sarabilecek kadar uzun olurdu; üstelik 10.000 km’si de artardı. Bu kablolar için "galvanizli çelik" gerekirdi, ağırlığı ise 488 milyar kg yapardı.
Yani hayali köprümüz, toplamda Golden Gate’ten 6.478 kez daha uzun olurdu ve neredeyse 33 kat daha derine inerdi.
Hatta burada karşılıklı olarak iki ada bulunuyor; biri ABD’ye, diğeri ise Rusya’ya ait. Mesafe çok az ancak birbirlerine sadece coğrafi olarak yakınlar, siyasi olarak değil. Bu da bu fikre sıcak bakmaları ihtimalini azaltıyor.
Ayrıca bu bölgede petrol platformları var, iki ülke arasında gerilim olmasaydı bile inşaat esnasında oluşabilecek hatalar nedeniyle petrol faciası yaşanabilir ve büyük bir doğa felaketiyle sonuçlanabilir. Meksika Körfezi’nde yaşanan Deepwater Horizon petrol sızıntısını hatırlayın.
Aslında burada bir demir yolu yapma fikri ortaya atılmış ancak hem çevresel etkilerinin kötü olacağından hem de 100 milyar harcanması gerektiğinden proje rafa kaldırılmış. Ayrıca bu bölgede nüfus az olduğu için bu yolun yeterince kullanılmayacağı düşünülmüş.
Para, zaman gibi büyük zorlukları aştığımızı varsaysak bile okyanuslardaki hava koşulları çok başka seviyelerde. Kimse kasırgalar, büyük dalgalar arasında bir arabayla seyahat etmek istemezdi.
İstanbul’da belediye otobüsleri sayesinde rüzgardan korunan kuryeleri hatırlayın. Okyanustaki bir köprüde otobüslerin bile şansı olmazdı.
Aşırı rüzgarları engelleyen kapalı köprüler yapılabilirdi belki. Dünyada örnekleri var.
Ancak bu da ekstra masraf demek. Bu köprüyü kullanılabilir tutmak için yüksek bir geçiş ücreti gerekirdi. Ülkemizdeki köprülerden geçebilmek için bile yüzlerce TL vermemiz gerekiyor. Buna bir de o kadar km’de harcamanız gereken yakıtı da eklediğinizde epey pahalıya patlardı.
Ayrıca bu köprü üzerinde çok sayıda benzin istasyonu, dinlenme tesisi, tamirci, lastikçi, hastane, karakol gerekirdi.
Kilometreler boyunca dümdüz yolda beton ve sudan başka bir şey göremeyeceğiniz için canımız çok sıkılır ve bu da uykuyu tetiklerdi.
Manzarası güzel bir yer var aslında. Avustralya’dan Asya’ya geçerken Yeni Zelanda üzerinden adadan adaya güzel bir seyahat olabilir.
Ama Yüzüklerin Efendisi’nin çekildiği o doğa harikası yerlere beton dökmek mantıklı değil. Bizde olsa çoktan dökülmüştü, oralarda izin vermezler.
Diyelim ki oralar bizimdi ve 3-5 şirket yol yabdı. Maddi olarak yine mantıksız olurdu. Avustralya nüfusunun büyük kısmı, kıtanın güneyinde yaşıyor. Uçakla gitmek çok daha mantıklı bir tercih olacaktır.
İngiltere ve Fransa’yı bağlayan Manş Tüneli ve Marmaray bu fikrin küçük versiyonları. Manş Tüneli’nden bugün bir tane daha yapmaya kalkışsanız 13 milyar dolar maliyeti olurdu. Üstelik sadece 50 km olmasına rağmen. Bizim hayali tünelimiz ise 110 kat daha uzun.
Parayı bir şekilde bulduk diyelim; Manş Tüneli’nin inşası 6 yıl sürmüştü ve onlarca yıllık bir planlaması vardı. Yani projeye şimdi başlasak bile on yıllar sonra tamamlanabilirdi.
İngiltere’den Amerika’ya kadar okyanusun altından toprağı delip tünel açmak deli işi. Okyanusun neden olduğu basıncı da hesaba katarsak büyük bir riskimiz var demektir.
5.500 km’lik tüpümüzün içinden gidecek olan trenimizden çuf çuf sesi çıkmayacağından emin olabilirsiniz. Çünkü Elon Musk’ın Hyperloop’u vb. teknolojilerden bahsediyoruz!
Tüpün içinde vakum ortamı yaratılarak sürtünme engeli ortadan kaldırılınca mıknatısların ve motorların desteğiyle süpersonik trenin saatte 8.000 km hıza ulaşması mümkün.
Ancak bu kadar hıza ulaşmak mümkün olsa da o trenin içinde pek iyi hissetmeyebiliriz. Bunun yerine ses hızının iki katıyla seyahat edebiliriz, yani yaklaşık 2.000 km’yle. Concorde yolcu uçağı da bu hızla uçuyordu.
Özetle; yeterli para, zaman ve kaynağa sahip olduğumuz sürece bir gün okyanuslarda bir boru görmemiz mümkün. Süpersonik trenlerle okyanusları aşabiliriz ancak bu trenler şimdilik karaların üzerine yapılıyor.
Yorumlar (0)