IQ’su 200 olan bir insan, sıradan bir insanın hayal bile edemeyeceği bir zihinsel kapasiteye sahip olurdu. Kulağa heyecan verici gelse de bunun ürkütücü yanları da var.
Ancak bu durum, gerçekten de herkesin arzuladığı bir “süper güç” mü yoksa beraberinde getirdiği zorluklar da var mı? Bakalım cehalet gerçekten mutluluk getiriyor mu yoksa bu da çürütülecek mi?
İnsan zekâsını ölçmek için kullanılan standartlaştırılmış test sonucu IQ, ortalama bir insan için 100 kabul ediliyor. 130 ve üzeri üstün zekâ olarak tanımlanırken 160 ve üzeri deha seviyesini gösteriyor.
Peki, 200 IQ ne demek? Bu, neredeyse insanlık tarihinde kaydedilmiş en yüksek zekâ seviyelerinden biri. Örneğin, Albert Einstein’ın IQ’sunun 160 civarında olduğu tahmin ediliyor. Newton’un 200 olduğu düşünülse de bir test yapılmadığını belirtelim. Yani 200 IQ, insan zekâsının sınırlarını zorlayan bir seviye.
Yaklaşık 10 milyarda 1 kişinin IQ’sunun 200 olduğu tahmin ediliyor ki günümüzde 8 milyar insan olduğumuza göre 200’ye sahip birileri olabileceği gibi olmayabilir de.
IQ’su 200 olan bir insan, muhtemelen problem çözme, analitik düşünme ve öğrenme hızı açısından inanılmaz bir kapasiteye sahip olurdu.
Karmaşık matematiksel denklemleri saniyeler içinde çözebilir, birden fazla dili kısa sürede öğrenebilir ve bilimsel keşifler yapabilirdi. Ancak bu süper zekâ, günlük hayatta nasıl bir etki yaratırdı?
Birincisi, sosyal ilişkilerde zorluklar yaşanabilirdi çünkü bu kadar yüksek bir zekâ seviyesine sahip olan biri, çevresindeki insanların düşünce ve davranışlarını anlamakta zorlanabilir.
Basit konular üzerine yapılan sohbetler onu sıkabilir ve bu durum yalnızlığa yol açabilir. Tarihte yüksek IQ’lu insanların sosyal izolasyon yaşadığı da bilinen bir gerçek.
İkincisi, duygusal zekâ ile ilişkili sorunlar ortaya çıkabilir. IQ, duygusal zekâ (EQ) ile aynı şey değil. Yüksek IQ’lu bir insan, duygularını yönetmekte veya başkalarının duygularını anlamakta zorlanabilir. Bu da ilişkilerde çatışmalara neden olabilir.
Karmaşık fizik teorilerini çözebilir, yapay zekâ alanında çığır açan buluşlara imza atabilir veya tıp alanında insanlığı kurtaracak tedaviler geliştirebilirdi.
Tarihte yüksek IQ’lu insanların, insanlığa büyük katkılar sağladığı biliniyor ancak bu tür bir zekâ, aynı zamanda büyük bir sorumluluk da getirir çünkü bu insanlar, yaptıkları keşiflerin etik sonuçlarını da düşünmek zorunda.
Bu insanlar sürekli olarak zihinlerini meşgul etmek zorunda kalabilir. Basit rutinler onları sıkabilir ve bu durum, motivasyon kaybına neden olabilir. Ayrıca mükemmeliyetçilik eğilimi, yüksek IQ’lu insanlarda yaygın bir özelliktir. Bu da hata yapma korkusu ve aşırı stres gibi sorunlara yol açabilir.
Tüm bunların yanı sıra bir insanın çok zeki olmasının Tanrı’ya olan inancını kaybedebileceğini iddia eden kanıtlar da var. Uluslararası Zekâ Araştırmaları Derneği Başkanı Earl Hunt, “Bir şeyleri akıl yürüterek öğrenebiliriz veya bir şeyi inançla kabul edebiliriz. Hepimiz çok iyi akıl yürütenler olsaydık, muhtemelen yaşam fenomeninin inanç temelli açıklamaları yerine akılcı açıklamaları tercih etme yönünde küçük bir değişim olurdu.” ifadesi ile de bu durumu yorumluyor.
Ancak bu tabii ki bilinemez çünkü geçmişte hem çok zeki hem de dindar olan insanların örnekleri de mevcut.
Yani süper zekâ, her ne kadar büyüleyici gelse de insan olmanın getirdiği tüm karmaşıklıkları da beraberinde taşır. Belki de asıl mesele, zekâmızı nasıl kullandığımız ve onu insanlığın yararına nasıl dönüştürebileceğimizdir. Ne dersiniz?
Yorumlar (0)