Sürekli yeni yapımların yayımlanmasından ve bunların izleyici kitlesi tarafından hızlıca tüketilmesinden dolayı izleyecek kaliteli bir dizi bulmak neredeyse imkânsız oldu. "Kaliteli" kavramı kişiden kişiye değişse de özellikle ilk sezonlarında âdeta kendisine müptela eden diziler, son sezonlarına doğru sarpa sarabiliyor.
Ardı arkası kesilmeyen mantık hataları, olayların sürekli tekrar etmesi, kurgunun yüzeysel bir çizgide ilerlemesi ve içi boş diyaloglar; Game of Thrones, Lost, Vikings, The Walking Dead, Doctor Who ve daha nice efsane dizinin sonunu getirdi. Olmasaydı keşke sonunuz böyle...
Yaşadığı şehri kurtarmaya çalışan bir adamın hikâyesine odaklanan Arrow, ilk sezonuyla gayet akıcı bir şekilde başlasa da son sezonlarına doğru sınıfta kalmıştı. Olayların sürekli tekrar etmesi dizinin durağan bir çizgide ilerlemesine neden olan en büyük etkenlerden biriydi. Dizi, son sezonlarına doğru bir nebze toparlamış olsa da hiçbir zaman ilk iki sezondaki havasını yakalayamamıştı.
Tam 7 sezondan oluşan The 100, güzel bir konuya sahip olsa da başarısız bir senaryoyla ilerlediği için uzun süre tahammül edilemeyecek diziler arasına adını altın harflerle yazdıran yapımlardan biri olmuştu. İlk sezonlardaki sürükleyicilik ve akıcılık, yerini mantıksızlığa ve tutarsızlığa bırakmıştı ne yazık ki.
Dizi, başlarda karanlık ve soğuk Gotham’ı en iyi yansıtan yapımlardan biri olarak değerlendirilse de bölümler ilerledikçe çok da öyle olmadığı anlaşılmıştı. Dizideki karakterlerin asla ölmemesi ve olayların mantık seyrinin çok dışında ilerlemesi, izleyenlerin aklıyla resmen dalga geçer gibiydi.
Henry Cavill’ın Rivialı Geralt karakterine hayat verdiği dizi, hem sezonların arasını fazla açmasıyla hem de oyuncu seçimleriyle bayağı bir tartışma yaratmıştı hatırlarsınız ki. Son sezonunda ise birçok mantık hatasının olduğu ve iyice sarpa saran dizi, izleyiciler üzerinnde büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Dizinin 4. sezonunda ise Henry Cavill yer almayacak, onu da şimdiden söyleyelim.
Lie to Me, özellikle ilk sezonlarında farklı bir konu sunarak izleyenlerin ilgisini çekmeyi başaran bir dizi olmuştu. Her bölümüyle ayrı bir hikâyeye odaklanan dizi, son sezonlarına doğru aşırı derece kendini tekrar eden ve klişelerle dolu bir yapım hâline gelmişti.
2010 yılında yayımlanmaya başlayan bir zombi dizisi olan The Walking Dead, geçen yıl final yaptı. Yani dizinin ne kadar uzatıldığını siz hesap edin. Diziyi çok sevenlerin bile artık zorlaya zorlaya bitrdiği The Walking Dead, gereksiz yere uzatılan yapımlardan biri olmuştu.
Prison Break, her ne kadar gönüllere taht kuran bir dizi olmuş olsa da son sezonlarına doğru hayal kırıklığına uğratmıştı. Özellikle ilk iki sezonuyla, diziler tarihinin en iyileri arasında girecek derece kaliteli olan dizi, olağanüstü kurgusuyla kendisine müptela eden yapımlardan biriydi. Ancak keşke tadında bitseydi.
Bir uçak kazasından kurtulanların, ıssız bir tropik adada hayatta kalabilme mücadelelerini konu edinen Lost, 6 sezon 121 bölümden oluşuyor. Dolayısıyla Lost da fazla uzatılan ve bunun azizliğini yaşayan yapımlardan biri. Hatta "Lost çok bozdu..." cümlesi bir ara dillere pelesenk olmuştu.
Kanadalı yazar Margaret Atwood’un aynı adlı romanından uyarlanan dizi, distopik bir gelecekte geçiyor. Aslında ilk sezonlarında hem kurgusu hem de distopyası ile resmen büyüleyen The Handmaid’s Tale’in ilerleyen bölümlerindeki mantık hataları ve olayların sürekli tekrar etmesi artık görmezden gelinmeye başlamıştı.
Westworld, izleyenlerin yarısından fazlasıın yarım bıraktığı dizilerden biri. Aslında son derece özgün bir konusu olan dizi, yakın gelecek ile hayal edilen geçmişin kesiştiği noktayı bizlere sunuyordu. Westworld, her ne kadar da Anthony Hopkins gibi usta bir oyuncu ile taçlandırılmış olsa da dizinin ilk sezonlardaki derinlik maalesef son sezonlarda yerini mumla aratır hâle gelmişti.
Bizleri, okyanusun ötesindeki uzak kıyıları keşfetmeye ve Ragnar Lothbrok’un gizemli dünyasına götüren Vikings de olayların sündüre sündüre anlatılması ve bölümlerin gereksiz yere uzatılmasıyla çöp olan dizlerden biri. Vikings’in ilk sezonları tutunca âdeta Türk dizileri gibi hikâyesi uzadıkça uzamıştı.
Başlarda kendisine bağlayan bir bilim kurgu dizisi olan Doctor Who, sürekli değişen oyuncu kadrosu ve olayların kopukluğuyla izleyici kitlesini kendisinden uzaklaştırdı diyebiliriz. Hatta dizinin sevenleri, Doctor Who’yu David Tennant öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırıyor. Dile kolay 13 sezon 188 bölümden oluşan Doctor Who, yakın bir zaman içinde üç özel bölümle 60. yılını kutlayacak.
True Detective; polis soruşturmalarının, hem hukukun içinde hem de dışında yer alan kişilerin sırlarını ortaya çıkardığı antoloji serisi. Her sezonunda olayların ve oyuncu kadrosunun değiştiği dizinin ilk sezonunda Matthew McConaughey ve Woody Harrelson yer almıştı. Sadece 8 bölümle resmen şov yapan oyunculuklarıyla, kurgusuyla kendisine hayran bırakan dizi, son 2 sezonunda maalesef ki aynı tadı verememişti.
Sezon finaliyle, özellikle de son bölümüyle büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı Game of Thrones. Oysa ilk sezonlarında çıtayı resmen arşa çıkartmıştı. Dokuz soylu ailenin Westeros toprakları için ölesiye savaştığı Game of Thrones’a henüz başlamadıysanız son sezonlara doğru ivmesinin giderek düştüğünü göz alarak başlayın deriz.
Türk dizi tarihinin en iyi yapımlardan biri olan Kurtlar Vadisi, başlarda iyi kurgusuyla dikkat çekse de son bölümlere doğru hem Polat Alemdar karakterinin insanüstü bir hâl alması hem de senaryonun içi boş kahramanlıklarla dolmasıyla sarpa sarmıştı.
Yorumlar (0)