Sevr Antlaşması’nın geçerli olmasıyla Türkiye’nin bugünkü hâlinden çok farklı bir dünya ortaya çıkacağı kesin.
Biz de yapay zekâya, tarihin seyrini değiştirecek bir alternatif senaryo sorduk: Sevr geçerli olsaydı neler olurdu?
Erzurum, Van ve Bitlis gibi şehirleri kapsayan, Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan kurulacaktı. Bugün Türkiye sınırları içinde yer alan bu bölgelerde farklı bir hükûmet, dil ve kültür hâkim olabilirdi. Ermeni etkisiyle kiliseler, meydanlar ve şehir dokusu tamamen farklılaşmış bir görüntü sunabilirdi.
Güneydoğu Anadolu’da bağımsızlık için referandum hakkı tanınmış bir Kürt özerk bölgesi kurulacaktı. Diyarbakır, Şırnak ve Hakkâri gibi şehirler belki de bağımsız bir Kürt devletinin parçası olurdu. Sınır kapılarında pasaport kontrolleri yapılır, bambaşka bir kültürel mozaik ortaya çıkardı.
İzmir bir Yunan kenti olarak yeniden şekillenecekti. Sahil kasabalarında Yunan kahveleri, meydanlarda Atina’ya selam duran heykeller, Ege kıyılarında Yunan bayrakları dalgalanırdı. Batı Anadolu, Yunanistan’ın ayrılmaz bir parçası olarak kalır ve yerli Türkler azınlık durumuna düşebilirdi.
Türkiye’nin her türlü ekonomik faaliyeti İtilaf Devletleri’nin kontrolü altına alınırdı. Bugün bildiğimiz Türk Lirası yerine belki de çeşitli yabancı para birimleri kullanılacak, yerli sanayiden söz etmek imkânsız hâle gelecekti. Osmanlı Bankası gibi yabancı bankaların ekonomik gücü daha da artar, Türkiye’nin finansal sisteminde dışa bağımlı ve zayıf bir yapı hâkim olurdu.
Boğazlar, İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerindeki egemenlik tamamen yitirilmiş olacaktı. Bu stratejik noktalar, uluslararası bir komisyonun denetimine bırakılacak, Türkiye kendi topraklarında dahi kontrol sahibi olamayacaktı. Hatta belki de İstanbul’da büyük bir "uluslararası yönetim bölgesi" kurulacak ve farklı ülkelerin bayrakları altında bir "dünya başkenti" havası oluşacaktı.
Her bölgenin kendine özgü bir hukuki sistemi olabilirdi. Örneğin, Ermenistan kontrolündeki bölgelerde Ermeni Medeni Kanunu, Kürt özerk bölgesinde ise Kürt geleneklerine dayalı bir kanun sistemi uygulanabilirdi. Bu durum, halk arasında ciddi hukuki boşluklar ve uyumsuzluklar yaratır, kişisel hak ve özgürlükler bölgeden bölgeye değişiklik gösterirdi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm modernleşme hamleleri ve reformları gerçekleşemezdi. Kadın hakları, laik eğitim sistemi, medeni kanun gibi ilerlemelerin hiçbiri yaşanmazdı. Bugünkü çağdaş Türkiye yerine, yarı-sömürge olmuş ve iç işlerinde sürekli İtilaf Devletleri’nin etkisi altında kalmış, geri kalmış bir ülke söz konusu olabilirdi.
Türkiye, Orta Doğu ve Balkanlar üzerindeki etkisini kaybederdi. Bu durum Türkiye’yi, coğrafyasına rağmen etkisiz bir ülke hâline getirirdi. Hatta sınır çatışmaları ve iç kargaşalar kaçınılmaz olurdu. Etrafında Ermeni, Kürt, Yunan devletleriyle çevrili, küçük bir Türkiye’nin güvenliği sürekli tehdit altında olur, komşularıyla sık sık gerginlikler yaşanırdı.
Orta Doğu petrollerinden veya ticaret yollarından pay almak şöyle dursun, Türkiye bu bölgeyi korumakta ve kontrol etmekte tamamen başarısız kalırdı.
Bugün bildiğimiz Türk kimliği, kültürel çeşitlilik ve toplumun birbirine kaynaşmış yapısı oluşamazdı. Siyasi istikrarın sağlanması çok zor hâle gelir, halkın farklı kesimlerinin kendini temsil etmesi zorlaşırdı. Zamanla bu parçalanmış yapı, Osmanlı’nın çok milletli sistemi gibi ama kontrolü çok daha zor bir demografik yapı meydana getirirdi.
Türkiye’nin her bir bölgesinde farklı dini ve kültürel bayramlar resmi tatil olarak kutlanabilirdi. Mesela Ermeni bölgelerinde Vartavar Festivali (Ermenilerin geleneksel yaz festivali) büyük bir coşkuyla kutlanırken, Ege bölgesinde Yunan milli bayramları törenlerle anılırdı.
Özetle Türkiye’nin toplumsal yapısı, kültürü ve günlük hayatı, alışılmışın çok dışında ve karmaşık bir yapıya dönüşebilirdi.
Yorumlar (0)