Lihtenştayn, İsviçre ve Avusturya arasında sıkışmış, yüz ölçümü 160 km²lik küçücük bir ülke. Ancak dünya üzerinde kişi başına düşen millî gelirde en üst sıralarda yer alıyor.
Bu küçük prenslik, coğrafi kısıtlamalarına rağmen nasıl bu kadar büyük bir ekonomik başarı yakaladı?
Rus İmparatorluğu; Alaska’yı Amerika Birleşik Devletleri’ne satmadan önce bu devasa toprak parçasını, kendisinden neredeyse 11.000 kat daha küçük bir ülkeye teklif etti.
Bu ülke, Alp Dağları’ndaki küçücük Lihtenştayn’dı. O dönemde Lihtenştayn, Kutsal Roma İmparatorluğu’nun son kalıntılarından biri olarak biliniyordu ve ekonomik olarak geri kalmış bir ülkeydi.
Lihtenştayn 19. yüzyılın ortalarına kadar, Avrupa tarihinin çalkantılı olayları arasında bağımsızlığını koruyabilmiş bir ülkeydi. Bağımsızlık, ülkenin ekonomik olarak kendi kendine yeterli olmasını sağlamıyordu.
İhtiyaç duyduğu yiyecek ve temel malzemeler için Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile bir gümrük birliği kurarak daha büyük ekonomiye bağımlı hâle geldi. Ancak bu birlik, ülkenin ilk sanayileşme işaretlerini de beraberinde getirdi.
Lihtenştayn’ın ekonomik mucizesi, radikal yeni düşünceler ve politika kararları sayesinde gerçekleşti. Vergiler neredeyse yok denecek kadar düşürüldü ve şirketlerin kurulması ve yönetilmesi için benzeri görülmemiş özgürlükler ve korumalar sağlandı.
Böylece yabancı yatırımcıların dikkatini çekti ve neredeyse maliyetsiz bir şekilde daha fazla vergi geliri elde edildi.
Küçük nüfusu, yenilikçi, dirençli ve verimli bir üretim sektörü geliştirmelerine olanak tanıdı. Ayrıca ülkenin bankacılık sektörü, uluslararası para akışını yönetmekte uzmanlaştı ve vergi avantajlarından yararlanarak büyük bir büyüme sağladı.
Ayrıca bugün sokaklarda gördüğümüz inşaat malzemelerinin hepsi neredeyse HILTI markasına ait değil mi? Peki, HILTI’nin Lihtenştayn’a ait olduğunu söylesek? Eminiz ki pek çoğunuz şaşırmışsınızdır.
Bugün Lihtenştayn, dünyadaki en yüksek yaşam standartlarından birine sahip ve ekonomik açıdan en güçlü ülkelerden biri olarak dikkat çekiyor.
Yorumlar (0)